Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Hikayeler

10/06/2010 Ponçik ve İnsanlar


 

Ponçik tanıdığım kediler arasında, insanlara karşı ruhi durumu bakımından, büsbütün başka bir hayvan.


Cemşit, Mavi Cadi, Fidelio ve Çekiç gibi has kedilerimi birer birer kaybettikten sonra, apartımanın arsasındaki fıkaralarla daha çok oyalanır olmuştum. İkinci kattaki Orta Avrupalı madamla onlara her gün nöbetleşe yemek veriyor, bazan yemek vakti, Mehmet Baysal'ın lokanta yerine geçen duvarının kenarında, bu iyi yürekli Bayanla tesadüfen buluşuyordum.jigolo jigolo Ponçik'i, sofraya gelen türlü kediler arasında önce orada gördüm. Yüzü ve gözlerinin etrafı siyah maskeli, elleri (yani önayakları) beyaz eldivenli idi. Umumi parlak siyahlığı içinde göğsünün beyaz tüyleri daha da beyaz görünüyor, bu hali ile frak giymiş bir 19. asır Venedik asilzadesini andırıyordu. Bir buçuk yaşında kadar vardı. Fazlaca zayıflığı, taze yemek karşındaki kibarca çekingenliği, korku ve şüpheden ziyade hayret ve sual dolu büyük gözleriyle, iyigün düşkünü bir hali vardı. Madam onun hikayesini kısaca anlattı:


Bizim Karanfil sokağının üst yarısına neş'eli ve rahat bir manzara getiren Amerikalı komşularımızdan birinin çocukları, geçen baharda küçük bir yavru iken, bulmuşlar, almışlar ve beslemişlerdi. Ama nasıl besleme, nasıl benimseme!

Küçük kedi, yemeğini sofranın üstünde onlarla beraber yermiş. Jambonlar, sosisler, bonfileler, pastörize süt konservesi, tereyağının en nefisi, taze balık, tavuk kanadı, kaz ciğeri, sıcak günlerde dondurmanın kaymaklı tarafı! Daha pek genç olduğu için, henüz viskiye alışmamış olsa bile her halde miyavlamasına bir Amerikan şivesi sinmiştir. Çünkü bütün gün çocukların başları ve omuzları üstünde taşınıyor, motosikletle geziyor, geceleri gene çocukların koynunda yatıyordu. En safkan, mavi gözlü Ankara kedilerinin bile, kasap dükkanlarının kirli eşiklerinde dilencilik ettikleri, meşhur kedi şehrinde doğduğu halde, yıldızı görülmemiş derecede parlak bir hayvan.


Fakat bir gün, Foreign Office'den gelen bir emir, mes'ut prensin talihini alt üst etti. Amerikalı aile Türkiye'den ayrıldı ve genç kedi bir öğleden sonra, birdenbire, yalnız ve kimsesiz kaldı.


O akşam çok şaşırmıştı. Küçük arkadaşları, büyük dostları birdenbire kaybolmuşlardı. Bu kadar kuvvetli, kudretli, uzun boylu efendiler, hatta renkleri beyaz ve açık sarı olduğu halde, pek küçükken hatırladığı düz siyah tüylü kendi annesi kadar da şefkatli insanlar nereye gittiler acaba? Akşam karanlığında sokağın kenarında bekledi. Gelen geçen herkesin yüzüne dikkatle baktı. Bazılarının bacaklarına süründü. Bazılarının peşinden koştu. Fakat bütün ümitleri boşa çıkıyordu. Bu insanların kimi ona hiç aldırmıyor, kimisi şöyle üstün körü aksayıp geçiyor, kimisi de hiç alışmadığı hiddetli bir sesle onu başından sayıyordu. Gece iyice bastırdığı sırada karşı kaldırıma geçerken az daha bir otomobilin altında ezilecekti. Kaybettiği küçük Amerikalı arkadaşlarının bazan ağladıklarını görmüştü. Bunun niçin olduğunu anlamamıştı. İşte şimdi o da ağlamak istiyor, fakat bunu yapamıyordu. Acı acı miyavladı ve çok berbat bir gece geçirdi.


Bu bırakılmış genç kediyi, büsbütün eve almasam bile, hala alışamadığı yalnızlığı içinde korumağa karar vermiştim. Günde bir kaç defa geliyor, yemek yiyor ve istirahat ediyordu. Lakin bu gelişlerinde, onda yemek ve dinlenmekten çok daha kuvvetli ve değişmiyen bir ihtiyacın varlığını hayretle görmeğe başladım. Bu, ondaki sonsuz insan sevgisi idi.


Onu mutfağa davet ettim ve Amerikan yardımından faydalandığı zamanlarındakine mümkün mertebe benzetmeğe çalıştığım bir kap yemek ikram ettim. Çok aç olduğu halde bir lokma yedi yemedi, arkamdan geldi, karşıma oturdu ve beyaz eldivenli ön ayaklariyle halının üzerinde hamur yoğurarak, kucağıma tırmanmayı bekler bir dikkat hali içinde, yüzüme sonsuz bir tatlılık, yakınlık ve istekle bakmaya başladı. Tekrar yemek kabının başına götürdüm; yine arkamdan geldi. Bir daha götürdüm ve bu sefer, kırık İngilizcemle:

- Haydi bakalım, yemeğini ye! diyerek yanında durdum. Biraz yedi; fakat döndü, yine yüzüme bakmaya başladı. Nihayet öğrendim ki yemeğini rahatça yemesi için mutlaka yanında durmam ve mütemadiyen sırtını okşamam gerekmektedir. Çünkü böyle yapmazsam aç durmak pahasına, mütemadiyen yüzüme bakmaya razı oluyor.

Traş oluyorum. Gayet nazik, kibar ve tertipli bir oturuşla, beni en iyi görebileceği bir yere geliyor; elime, koluma, göğsüme, çeneme değil, gözlerimin ta içine yuvarlak hadekalı gözleriyle bakıyor.
Yatağa çıkması yasak olduğu için, ben yatarken o, kanepenin üzerine kıvrılıyor. Gecenin hangi saatinde uyansam onun şükran, saygı, iyimserlik, safiyet, hayret ve aşkla Allahına bakan gözlerini üzerimde görüyorum.


Bu yaz İstanbul'a izinli gelirken Ponçiğin, benden bir ay için ayrılacağından haberi yoktu. Tıpkı, Amerikalıların habersizce onu bırakıp gittikleri gibi, gittim.


Döndüğüm zaman onu tekrar bulabilecek miyim acaba?



Mesut Cemil Tel
Aile, Sonbahar 1950

Kaynak: Kedi Kitabı


Hacer Gani
editor@minikpati.com

Tüm Hikayeler